SU ÇİÇEĞİ
Genellikle çocukluk çağında ortaya çıkan suçiçeği, çok yaygın görülmekle birlikte ağır belirtilere yol açmayan virüs kökenli bir bulaşıcı hastalıktır. Tipik döküntüler, deride içi sıvı dolu kabarcıklardan oluşur. Çok bulaşıcı olan bu hastalığa hafif genel belirtiler de eşlik eder.
NEDENLERİ
Suçiçeğinin etkeni, herpes grubundan bir virüstür. Uçuk (herpes simplex) virüsüne çok benzeyen ve herpesvirus varicella ya da varicella zoster adlarıyla tanınan bu virüs suçiçeğinin yanı sıra zona hastalığının da etkenidir. Hastalık temel olarak suçiçeği virüsüyle yüklü tükürük damlacıklarının ağızdan solunum yollarına alınması sonucu bulaşır. Vücuda giren suçiçeği virüsü henüz bilinmeyen dokulara yuvalanarak çoğalır.
Hastalığa özgü döküntülerin gruplar halinde birbiri peşi sıra çıkarak bütün vücuda yayılması, virüsün aralıklı olarak kana geçtiğini gösterir.
Virüs, derideki kılcal damarları etkileyerek üstderi (epidermis) yapısının bozulmasına, içi serum, epitel ve bazen iltihap hücreleriyle dolu tipik kabarcıkların oluşmasına yol açar. Su çiçeği virüsünden kaynaklanan bu lezyonlar deriyle sınırlı kalmaz; yemek borusu, pankreas, böbrek havuzu, idrar borusu (üreter), idrar kesesi ve böbreküstü bezlerinde de görülür.
GÖRÜLME SIKLIĞI
Suçiçeği en çok 2-8 yaşlan arasındaki çocuklarda görülen bir hastalıktır. Ama yaşamın her evresinde cinsiyet ve ırka bağlı olmaksızın ortaya çıkabilir. Hastalık kış ve ilkbahar aylarında daha sık görülür. Üç ayını doldurmamış bebeklerde suçiçeğine ender olarak rastlanır. Bu durumun anneden kazanılan geçici bir bağışıklıkla ilgili olduğu sanılmaktadır. Çok seyrek rastlanmakla birlikte hastalık aynı kişide iki kez ortaya çıkabilir. Bu ayrıksı örnekler bir yana bırakılırsa suçiçeği geçiren hastalar ömür boyu kalıcı bağışıklık kazanmaktadır.
BELİRTİLERİ
Bulaşma ve ilk belirtiler arasında geçen kuluçka süresi 2-3 haftada tamamlanır. Ortaya çıkan döküntüler 24-36 saatte, makûl denen ve deride kabartı yapmayan noktalar halindeki lekelerden, içi sıvı dolu kabarcıklara dönüşür. Kabarcıkların çevresinde halka biçiminde belirgin bir kızarıklık görülür. Bu kızarıklıklar kabarcıkların kurumaya başlamasıyla kaybolur. Kabarcıklar ortalarından kuruyup kabuk bağlamaya başladığında göbekli bir görünüm kazanır.
Döküntüler ilk önce göğüste ve sırtta belirerek hızla yayıbr. Hafif olgularda döküntü baş, yüz ve gövdeyle sınırlıdır. Ağır olgularda daha yaygın olan döküntüler kol ve bacaklara, gözün dış zarına (konjunktiva), yutak, gırtlak ve soluk borusu mukozalarına da sıçrar.
Döküntüler kabukların düşmesiyle 5-20 gün içinde iz bırakmadan kaybolur. Ama karşı durulmaz bir kaşınma isteği uyandıran bu döküntülerin kaşınması durumunda deride çiçekbozuğunu andıran küçük çukurlar kalabilir. Sürekli çıkan yeni döküntüler nedeniyle vücudun bir bölgesinde döküntülerin bütün gelişim evreleri aynı anda görülebilir. Bu da suçiçeğinin ayırt edici özelliklerinden birini oluşturur. Ateş genellikle 38,5°C-39°C arasında kalır. Ama ağır durumlarda 40,5°C’ye ulaşabilir.
TEDAVİ
Öbür virüs kökenli hastalıklarda olduğu gibi suçiçeğini de iyileştirecek bir ilaç yoktur. Tedavi girişimi temel olarak hastanın yakınmalarını olabildiğince azaltmaya yöneliktir. Hastalığı ağır geçiren bebek ve çocuklarda, özellikle bir ayını doldurmamış bebeklerde,kortikoit tedavisi gören hastalarda kan kanseri gibi kötü huylu hastalı larda, iyileşme dönemindeki zona ha talannın serumundan elde edilen ga maglobülinler kullanılabilir. Bu uy§ lama, bulaşmayı izleyen üç gün içine yapılırsa hastalığı önler. Belirtilere ye nelik tedavi Özellikle kaşıntıyı azmayı amaçlar.
Sabunlu suyla sık banyo yapılıra gelişebilecek deri enfeksiyonlarım öı leyeceğinden yararlıdır. Ayrıca hast nın iç çamaşırlarının ve yatağının he gün değiştirilmesi önerilir. Yüzde oranında sodyum bikarbonat içeren çc zeltiler, mentol içeren tali pudrası ya da antihistaminikli losyonlar kaşıntı) hafifletir. Döküntülerin Örselenmes derin lezyonlara ve deride yara izi kalmasına yol açacağından, suçiçekli cukların kaşınması kesinlikle engellenmelidir. Olası kaşınmanın yol açacağı i zararları en aza indirmek için hastanın tırnakları özenle kesilerek törpülenmeli, bebeklere ise eldiven giydirilmelidir
ÇOÇUK FELCİ
POIİOMİYELİT-ÇOCUK FELCİ: Poliomiyelit, oldukça yaygın, virüs kaynaklı bir bulaşıcı hastalıktır. Hastalık geniş bir belirti ve etki alanına sahiptir. Ancak belirtiler arasında en ciddi olanlar, merkezi sinir sistemindeki hastalığa ait bozukluklardan kaynaklananlardır. Poliomiyelit yalnız insanlarda görülmektedir. Hastalığın etkeni RNA grubundan “Pikoma virüs” ailesine ait “Poliovirüs” adlı virüslerdir. Üç tip poliovirüs vardır. Bunlar “Poliovirüs Tip I” (Brunhilde), “Poliovirüs Tip II” (Lansing) ve “Poliovirüs Tip III” (Leon) olarak adlandırılırlar. Poliovirüsler-den bir tipine karşı kazanılan bağışıklık, öteki tiplere karşı da bağışıklık sağlamaz.
Çocuk Felci Neden Olur
Tentürdiyot, zefiran, alkol, ultraviyole ışınları gibi dezenfektan maddeler poliovirüsü öldürmezler. Virüs pis sularda, lağım suyunda ve berrak suda 4 ay canlı kalabilir.Virüsü taşıyan herkesin hastalanması kesin değildir. İşte bu gibi kişiler, yani virüsü taşıdığı halde hastalanmayan kişiler, virüsün başkalarına bulaşmasında çok önemli rol oynarlar. Virüsü taşıyan insanların dışkısında virüse rastlama olasılığı yüksektir.
Zaten hastalık da sindirim kanalı çıkartıları yoluyla başkalarına bulaşmaktadır. Yani hastalığın bulaşması, “Fiko-Oral bulaşma” denilen dışkı-ağız bulaşma zinciri biçimindedir. Virüsü içeren dışkının ellere ya da besinlere bulaşması, daha sonra da bu kirli besinlerin ya da kirli ellerle tutulan besinlerin yenmesiyle virüs insanlara bulaşır. Virüs sindirim kanalına girdikten sonra önce geniz ve/veya incebağırsak epitel hücreleri içinde çoğalır ve buradan da kana karışır. Kana karışan virüslere karşı vücudun bağışıklık sistemi tarafından antikorlar hazırlanır. Virüs daha sonra sinir sistemine geçer. Genel kanıya göre virüs, beynin “Medulla oblongata” adlı bölümünden merkezi sinir sistemine bulaşmaktadır.
Bazı araştırmacılar virüslerin sinir liflerinden de sinir sistemine bulaştıklarım ileri sürmektedirler. Virüs bir kez sinir sistemine girerse ondan sonra sinir lifleri içinde yol alarak vücuda yayılır. Virüsler sinir sisteminde adeta güvenlik içindedirler, çünkü burada vücudun ürettiği antikorlardan korunurlar.
İnsanların|poliomiyelite karşı duyarlıkları bulaşmanın gerçekleştiği anda kişinin antikorlarıyla verebileceği yanıta bağlıdır. Eğer virüse karşı yeterli antikor üretilmişse bulaşmaya karşın hastalık gelişmez. 15 yaşına gelen kimselerin hemen hemen tümü virüsle karşılaşmış gibidir. Bu karşılaşmaların pek azında hastalık gelişmektedir. Çünkü insan organizması virüsü aldığında ona karşı antikor üreterek, hastalık gelişmesini önlemeye çalışmaktadır.Virüs vücuda girdikten sonra 3-35 günlük bir kuluçka devri geçirir. Kuluçka devri % 80 vakada 6-20 gün sürmektedir.Poliomiyelit infeksiyonu başlıca 4 ayrı klinik biçiminden birini gösterir. Bunlar en hafifinden en ağırına doğru şöyle sıralanırlar:
1} Belirtisiz infeksiyon 2) Hafif hastalık 3) Felçsiz poliomiyelit ve 4) Felçli poliomiyelit.
Bu 4 durumu ayrı ayrı ele alacağız.
1) Belirtisiz infeksiyon: Poliomiyelit infeksiyonların yaklaşık % 95′i bu biçimdedir. Viriis bulaşmasına karşın, kişide hastalık belirtileri gelişmez. Başka bir anlatımla kişi hastalanmaz. Bulaşmanın olduğu kimselerde virüs sindirim kanalında, farinkste, dışkıda bulunabilir. Kişi hangi tip virüsle karşılaşmışsa o virüse karşı özel antikorlar, “Tip spesifik antikorlar geliştirir. Burada şunu yine belirtelim: 15 yaşına gelen insanların hemen hepsi poliovirüsle karşılaşmış durumdadır.2) Hafif hastalık: Infeksiyonun bu tipinde sinir sisteminin hastalandığına ilişkin herhangi bir klinik ve laboratuvar belirti gelişmeden genel hastalık belirtileri ortaya çıkar. înfeksiyonun bu tipine “Abortif tip” de denir. Bu tipte üç çeşit klinik tablo gelişir. Bu klinik tablolardan biri basit bir gribe benzer.
Öteki de basit bir üst solunum yolları infeksiyonunu andırır. Bu tabloda ateş, boğaz ağrısı, boğazda kızarıklık gibi belirtiler bulunur. Üçüncü tabloda sindirim sistemi bozuklukları vardır. Bunlar bulantı, kusma, ishal kabızlık, karın ağrısı ve hafif bir ateş yükselmesi biçimindedir.Virüslere boğazda, sindirim kanalı ve dışkıda rastlanabilir. Hastanın bağışıklık sistemi, bulaşan virüs tipine karşı antikorlar üretir.
3) Felçsiz poliomiyelit: Hastalığın bu tipinde abortif tipteki belirtilerden oluşan bir ön belirtiler, daha sonra da beyin zarının tahrişine ilişkin (meningeal iritasyon) klinik belirtilerle beyin omurilik sıvısı değişiklikleri gelişir.Meningeal iritasyon belirtileri şunlardır: Hasta sırtüstü yatarken, bir elimizi başının altına koyarak hastanın kafasını yataktan kaldırmak istediğimizde bir dirençle karşılaşırız. Buna “ense sertliği” denir. Hastalar yatakta oturur duruma geçtiklerinde kollarını biraz geriye açıp onlara dayanarak otururlar. Bu belirtiye “tripod” denir. Hastalar oturur duruma geçtiklerinde başları da arkaya düşer. Buna da “hoyne” belirtisi denir. Sırtüstü yatan hastanın bacağını karnına doğru topladıktan sonra, aynı bacak dizden kırılarak açılmak istendiğinde bu harekete karşı direnç belirir. Buna da “kernig” belirtisi denir. Sırtüstü yatan hastanın başını elimizle kaldırdığımızda hastanın her iki bacağının da kendiliğinden (istemsiz olarak) karnına doğru toplandığı görülür.
Bu belirtiye “brudzinski” belirtisi denir. Hastadan alınan beyin omurilik sıvısı örneği incelendiğinde, bu sıvıdaki hücre ve protein miktarının arttığı buna karşılık glikoz miktarının normal kaldığı görülür. Felçsiz poliomiyelit klinik seyri sorun yaratmaz. Hastanın genel durumu 5-7 günde düzelir. Ancak meningeal iritasyon belirtileri yaklaşık 15 gün sürer.Hastalık kas ve sinir işlevlerinde kalıcı bir bozukluğa yol açmaz.
4) Felçli poliomiyelit: Hastalığın bu tipi abortif tip belirtileri, meningeal iritasyon belirtileri ve beyin omurilik sıvısı belirtileriyle başladıktan sonra felçler ortaya çıkar. Ancak çoğu hastada bu dönem doğrudan doğruya felçlerle başlamaktadır. Bazı hastalarda hastalık iki dönemde gelişir. Önce abortif tip belirtilerinden bir grup gelişir ve ateş yükselir. Bu belirtiler bir süre sonra kaybolur. Bundan 5 gün sonra meningeal iritasyon belirtileriyle felçler gelişir. Çocuklarda abortif tip belirtilere üst solunum yollarında rastlanır, erişkinlerde bunlara kas ve eklem ağrıları da eklenebilir.
Beyin yarıküreleri, beyin sapı ve omurilikte bulunan motor sinirlerin (kasları kasılmaya yönelten sinirler) poliomiyelit nedeniyle zedelenmeleri sonucu, kaslarda güç azalması (parezi) ve/veya felç (paralizi) gelişmesi, hastalığın yol açtığı en ciddi bozukluklardandır. Hastalığın bu etkisi nedeniyle pek çok insan daha çocukluk çağından felçli duruma düşmektedir. Hastada gelişen felçler merkezi sinir sisteminin etkilendiği bölgeye göre belirlenmektedir. Omurilikteki bozukluklardan kaynaklanan felçlerde önce etkilenen bölgeyle ilgili kaslarda kramp biçiminde ağrılar ve duygu kusurları gelişir. Felç aniden gelişebileceği gibi, önce kas güçsüzlüğü yaratarak da gelişebilir. 5 yaşından küçük çocuklarda bir bacakta güç azalmasına sık rastlanmaktadır. 5-15 yaş arasındaki hastalarda “Parapleji” denilen iki kolda ya da her iki bacakta felç gelişmesi ya da bir kolda güç azalması durumuna daha sık rastlanmaktadır. 15 yaşından büyük hastalarda “kuadropleji” denilen her iki kol ve bacakta felç gelişmesi durumu görülür. Solunum kaslarının ve/veya mesanenin felce uğraması da 15 yaşının üstündeki hastalarda sık rastlanılan bir bozukluktur. Beyin sapı bölümü etkilendiğinde kafa sinirlerinin dağılım alanlarında felç belirir. Beyin sapındaki solunum ve/veya dolaşım merkezleri etkilendiğinde hasta, solunum ve kalp-damar sistemi (dolaşım sistemi) bozuklukları nedeniyle ölebilir, Hastanın beyin yarıküreleri etkilendiğinde yukarıdaki bozukluklara ek olarak ya da onlar gelişmeden bilinç bozuklukları, uyku hali ya da kolay uyarılma gibi belirtiler de gelişebilir.
Poliovirüsün üç tipinden hangisi vücuda girmişse, yüksek tansiyon, miyokardit, akciğer ödemi ve şok gelişebilir.Hastalığın özel bir tedavisi yoktur. Tedavi, daha çok gelişen belirtilere yöneliktir. Poliovirüsün üç tipinden hangisi vücuda girmişse, o tipe karşı bağışıklık gelişir. Bir tipe karşı gelişen bağışıklık ötekilerine karşı da bağışıklık sağlamaz. İnsanlarda aktif olarak bağışıklık oluşturmak için polio aşıları kullanılır. İki tip polio aşısı vardır. Bunlardan biri “Saik” öteki de “Sabin” aşısıdır. Saik aşısı inaktif poliovirüsler içerir. Aşının içinde her Üç tip poliovirüs bulunur. Saik aşısı dörder hafta arayla üç kez 1 cm deri altına zerk edilerek yapılır. Son aşıdan 1 yıl sonra, bundan da 2-3 yıllık aralarla aşı yinelenir. Çocuk 2 aylık olduğunda bu aşı programına başlanmalıdır. Günümüzde sabin aşısı daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Çünkü bu aşı daha hızlı, daha yüksek oranda ve daha uzun süreli bir bağışıklık sağlamaktadır. Sabin aşısı, zayıflatılmış polio-virüsleri içermektedir. Aşı ağızdan örneğin bir kesme şeker üzerine damlatılarak kolayca verilir. Aşı üç tip için ayrı ayrı hazırlanır. Önce tip I sonra tip II sonra da tip III6 haftalık aralarla üç ayrı doz olarak da verilebilir. Son aşıdan 1 ve 4 yıl sonra dördüncü ve beşinci dozlar da verilmelidir. Çocuklar 2 aylık olduklarında aşılama programına alınmalıdırlar
DİFTERİ
DİFTERİ: Difteri, “Korinobakterium difteri” adlı bakterilerin yol açtığı bir bulaşıcı hastalıktır. Hastalık, özellikle solunum yollarının başlangıç bölümlerinde neden olduğu iltihaplar ve bakterinin ürettiği zehirin kalp ve sinir sisteminde oluşturduğu bazı bozukluklarla Özellik kazanır. Korinobakterium difteri, protein yapısında “Egzo-toksin” denilen bir zehir maddesi hazırlar. Bu zehir, hastalığın belirtilerinin pek çoğuna neden olur. Hastalık etkeni solunum sisteminden vücuda girer. Difteri mikrobunu taşıdığı halde hastalan-mayanlar ya da hasta olanlar mikrobun başkalarına bulaşmasına neden olurlar. Deri, göz, cinsel organlar ve kulak yoluyla da bakteriler bulaşabilir. Buna göre de değişik klinik tablolar ortaya çıkar. En sık görüleni “Difteri anjini” dir. Mikrop genellikle girdiği bölgede ürer ve zehir maddesini hazırlar. Zehir maddesi daha sonra kan dolaşımına katılarak tüm vücuda yayılır. Zehir maddesi kalp, böbrekler ve çevresel sinir liflerinde bozukluklara yol açar. Mikrop vücuda girdiği bölgelerde “Membran” denilen bazı kabukların oluşmasına neden olur. Bu kabuklar fibrin, bakteriler, epi-tel hücreleri ve fogosit hücrelerden oluşur. Kabuklar beyaz-mavi renkte ve kalındır. Bir süre sonra yerlerinden koparak düşerler. Bu kabuklar solunum yollarında oluşur, döküldüklerinde solunum yollarında tıkanmaya ve bu nedenle boğularak ölümlere de yol açabilirler.
Hastalığın kuluçka süresi 1-7 gün arasındadır. Difteri belirtilerini iltihabın yerleştiği bölgelere göre ayrı ayrı inceleyeceğiz. Buruna yerleşen difteri, genellikle burnun Ön bölgelerindedir. Hastalık sırasında burun denklerinin birinden serum ve kan karışımı gibi bir akıntı gelir. Gırtlağa yerleşen difteride hasta boğaz ağrısından, yutma güçlüğünden, bulantı, kusma, baş ağrısı, ateş yükselmesinden yakınır. Hastaların boğazına bakıldığında “Membran” denilen kabuklar görülebilir. Bu kabuklar kaldırılırsa alttaki doku kanar. Difteri deride de özel olmayan yaralara neden olabilir. Bu yaralardan mikroplar çevreye saçıhr.
Difteri hastalarının yaklaşık 2/3′ünde difteriye bağlı olarak kalpte iltihap (miokardit) gelişir. Ancak yaklaşık % 10′unda kalpteki bozukluk klinik olarak belirti gösterir. Kalbin kasılma ritminde bozukluklar gelişebilir. Bu bozukluklar ölüme yol açabilecek kadar tehlikeli olabilirler. Çevresel sinir liflerinde de iltihabı değişiklikler gelişerek bu sinirlerin işlevlerinde bozukluklar ortaya çıkar. Bu bozukluklar vücudun bazı bölgelerinde duygu kusurları ve/veya kas kasılmalarında bozukluklar biçiminde olur. Difteri hastalarının başkalarından ayrı bir yerde tutulması ve kesin yatak istirahatı gerekir. Hastalığın tedavisinde etkili olan tek yol hastaya “antitoksin serum” zerk edilmesidir. Antitoksin hastalığın yaygınlığına göre 5000-100000 ünite arasında değişen dozlarda verilebilir, Antiserum verilmeden önce hastanın at serumuna karşı duyarlığı araştırılmalıdır- Antitoksinin olabildiğince erken verilmesi gerekir. Çocuklar 2-3 aylık olduklarında difteri aşısı olmalıdırlar. Difteri aşısı “Anatoksin”dir. Yani zehir özelliği ortadan kaldırılmış ama antijen özelliği korunan difteri zehiri maddesidir. Aşılama tetanos ve boğmaca aşılarıyla birlikte karma aşı olarak yapılmaktadır. Aşılama tablosu ayrı bir başlık altında verilmektedir.
KIZIL - SCARLET FEVER
KIZIL- SCARLET FEVER: Kızıl aniden başlayan yüksek ateş, boğaz iltihabı, baş ağrısı,kusma ve deri belirtileriyle seyreden bulaşıcı hastalıktır. Hastalığın etkeni “Beta hemolitik streptokok” denilen bakterilerdir. Bu bakteriler “Eritrojen toksin” denilen bir zehir maddesi üretirler. Bu zehir maddesi deride ve boğazda kızarıklığa ve döküntülerin gelişmesine neden olur. Hastanın bademcikleri boğazı ve derisi kızarmıştır. Derideki kızarıklığın nedeni, zehirin derinin korium tabakasındaki kılcal damarları genişletmesidir. Lenf bezlerinde büyüme saptanabilir. Deride keratinleşme artar ve bunlar da pulcuklar biçiminde dökülürler. Hastalığın kuluçka dönemi yaklaşık 2-7 gündür. Daha sonra baş ve boğaz ağrısı, ateş, kusma, nabız hızlanması, titreme, yorgunluk gibi belirtiler gelişir. Hastanın bademcikleri şişer ve kızarır. Boyun bölgesindeki bazı lenf bezleri büyür. Hastalığın ilk iki gününde dil beyaz, pash bir görünümdedir. Yalnız dilin uç ve kenarları kızarıktır. Daha sonra dilin papillaları şişerek, bu beyaz paslı dile benekli bir görünüm kazandırırlar. Bu görünüme “Beyaz çilek dil” denir. Dil pası 4-5 günde soyulayarak, alttan kızarık bir dil çıkar. Buna da “Kırmızı çilek dil” denir. Deride yaygın, parlak, kırmızı renkte küçük kabarcıklar belirir. Bunlar önce ense ve koltuk altında görülür. 3-7 günde bu kabarcıklar solarlar ve yerlerindeki deri dokusu pullanma biçiminde dökülür, Kızılh hastanın yanakları kızarmışken, ağız çevresi soluk renktedir. Hastanın derisi ellendiğinde pürtüklü olduğu anlaşılır. Hastalarda komplikasyon olarak kalp, eklem, böbrek iltihapları gelişebilir. Kızılda bakteriye ve bunun hazırladığı zehir maddesine karşı bağışıklık gelişir , Zehir maddesine karşı gelişen bağışıklık kalıcıdır. Ama bakterinintiplerideğiştiğinden yalnız kafşılaşılan bakteriye karşı kahcı bağışıklık gelişir. Hastaların yatakta dinlenmesi gerekir. Ateşin yüksek ve baş ağrısının fazla olduğu durumlarda ateş düşürücü ve ağrı dindirici ilaçlar verilmelidir. Hastanın su ve elektrolit kaybı uygun bir biçimde karşılanmalıdır. Tedavide kullanılacak en uygun antibiyotik “Peni-silin”dir. Proksin penisilin günde (400000-600000 ünite) 10 gün süreyle verilmelidir. Eğer penisilin allerjisi varsa hastaya Eritromisin” verilebilir..
KIZAMIKÇIK – RUBELLA – ALMAN KIZAMIĞI
KIZAMIKÇIK – RUBELLA – ALMAN KIZAMIĞI: Kızamıkçık, ateş ve deri belirtileriyle seyreden virüs kaynaklı bir bulaşıcı hastalıktır. Ancak “HAMİLE KADINLARDA GELİŞEN KIZAMIKÇIK, AĞIR GELİŞME ANORMALLİKLERİNE YOL AÇARAK SAKAT ÇOCUK DOĞUMLARINA NEDEN OLABİLİR”. Hastalığın etkeni RNA grubundan “Togavirüs” ailesine ait “Rubivirüs” adlı virüstür.Virüs üst solunum yollarından bulaşmaktadır. Bulaşmadan sonra klinik belirtilerin ortaya çıkmasına değin geçen kuluçka süresi 14-21 gündür. Virüs boğazda, kanda ve dışkıda bulunabilir. Hastanın lenf bezlerinde büyüme görülür. Hastalık Önce ateş, baş ağrısı, halsizlik, konjunktivit gibi ön belirtilerle kendisini ortaya koyar. Sözünü ettiğimiz bu ön belirtilerle kendisini ortaya koyar. Sözünü ettiğimiz bu ön belirtilere erişkin hastalarda daha sık rastlanmaktadır. Çocuklardaki belirtiler deri belirtileriyle birlikte başlamaktadır. Bazı hastalarda kızamıkçık hiçbir deri belirtisi göstermeden başlar, bazılarındaysa kızamıkçığın hiçbir deri belirtisi vermeden kendisini yalnız lenf bezle-rindeki büyümeyle ortaya koyduğu görülmüştür. Deri belirtileri kızarık ya da pembe renkli deri lekeleri biçimindedir. Bu lekeler önce yüzde belirir. Daha sonra boyun ve gövdeye yayılırlar. Bu lekelerin bazıları deriden hafifçe kabarabilirler, 1-5 gün içinde kaybolurlar.Hamileliğin ilk “4 ayında” kızamıkçığa yakalanan kadınların, henüz rahim içinde bulunan çocuklarına hastalık bulaşır. Virüsler plasentadan geçerek çocuğa ulaşır. Bu gibi durumlarda virüs, çocukta çok ciddi bozukluklara yol açar. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Kalp anormallikleri: Ventriküller arası duvarda delik, patent duktus arteriozus, pulmoner darlık. Göz anormallikleri:Katarakt,kornea bozuklukları, korioretinit göz küçüklüğü (mikroftalmi). Diğerleri: Sağırlık, zeka geriliği, mikrosefali (kafanın küçük oluşu}, pankreatit. Kızamıkçık hastalığının hamile kadının çocuğu için yarattığı ağır tehlikeler düşünüldüğünde, bu gibi vakalarda düşük yapmaya karar verilebilir. Hastalığın daha hafif seyretmesi için hastalara “Gama globülin” zerk edilebilir. Zayıflatılmış canlı kızamıkçık virüsü aşıları, aktif bağışıklık kazandırmak için kullanılabilir. Ancak bu aşıların hamile kadınlara yapılmaması gerekir. Çünkü aşıdaki virüs plasentadan geçip anne rahmindeki çocuğa ulaşabilir.
KIZAMIK-MEASLES-RUBELA-MORBİLLİ
KIZAMIK-MEASLES-RUBELA-MORBİLLİ:Kızamık, RNA grubundan “Paramiksovirüs” ailesine ait bir virüsün yol açtığı, aniden gelişen ateş ve deri belirtileriyle seyreden bulaşıcı bir hastalıktır. Kızamık yalnız İnsanlarda görülür. Çok bulaşıcı olan bu hastalık, genellikle çocukluk çağlarında ortaya çıkmaktadır. Günümüzde kızamığa karşı insanların aktif olarak bağışıklık kazanmaları olasıdır. Bu aktif bağışıklık kazanmanın olmadığı yıllarda 2-3 yılda bir kızamık salgınları görülmekteydi. Kızamık genellikle okul çocuklarında ortaya çıkmakla birlikte herhangi bir yaşta da görülebilir. Kızamık hastalığına yakalanmış bir kimse, virüsün vücuda girmesinden 5 gün sonra ve hastalık belirtilerinin görüldüğü İlk 5 gün boyunca hastalığı başkalarına bulaştırabilir. Hastalığın etkeni olan virüs solunum yoluyla vücuda girmektedir. Virüs önce burada çoğalır, daha sonra da kan yoluyla bütün vücuda dağılır. Virüsün vücuda girmesiyle kızamık hastalığının ilk belirtilerinin görülmesine dek kuluçka devresi yaklaşık 12 gündür. Kuluçka devrinden sonra hastalığın belirtileri ortaya çıkmaya başlar. İlk gelişen belirtiler ateş yükselmesi, halsizlik, göz kapaklarında şişme, ışıktan rahatsız olma, göz yaşarması, burun akıntısı ve öksürüktür. Bu ilk belirtiler 1-8 gün sürebilir. Bundan sonra deri ve mukoza belirtileri gelişir. Bu dönemde ilk belirti genellikle ağız içi mukozasında ortaya çıkan ve “Koplik lekeleri” denilen oluşumlardır. Koplik lekeleri, ortası beyaz renkte, çevresi kızarık, en ortasında çok küçük mavimsi bir noktacığın bulunduğu mukoza döküntüleridir. Daha sonra yüzde kızarık deri lekeleri belirir. Bunlardan bazıları kabarıktır. Yüzdeki bu kızarık lekeler daha sonra boyuna, oradan da gövdeye yayılırlar. Bu lekelerin belirmeye başlamasından üç gün sonra lekeler bacaklara ulaşır. Deri belirtileri başladıkları sıraya uyarak üç gün içinde kaybolurlar. Yani ilk kaybolan deri belirtisi yüzde, en son kaybolanlar da bacaklarda bulunanlardır. Bu lekelerin oluşmalarıyla kaybolmaları toplam olarak 6 günlük bir süreyi gerektirir. Hastalık bazı komplikasyonlar a yol açabilir. Bunlar pnömoni, kornea ülserleşmeleri, keratit, körlük, miyokardit, ansefalomiyelit [beyin omurilik iltihapları) biçimindedir. Hamile kadınlarda kızamık geliştiğinde % 20 vakada rahim içindeki çocuk Ölmektedir.Hastalığın özel bir tedavisi yoktur. Hastalığın bulaştığı düşünülen kimselere kilo başına 0,25 nü. “gama globulin” (immün globulin G) ilk beş gün içinde zerk edilirse, kişi kızamığa karşı pasif olarak dirençli kıluıabilir. Pasif bağışıklık kazandırma Özellikle 3 yaşın altındaki çocuklar, hamile kadınlar, bağışıklık sisteminden rahatsızlığı bulunan ve tüberküloz hastaları için çok Önemlidir. Canlı, zayıflatılmış kızamık virüsü aşılarıyla aktif bağışıklık kazandırılabilir. Ancak bu aşılar hamile kadınlara, tüberkülozlulara, lösemi ya da lenfoma hastalarına uygulanmamalıdır. Kızamık aşısı normal koşullarda 1 yaşın altındaki çocuklara uygulanmamalıdır .
ÇİÇEK-SMALLPOX-VARİOLA
ÇİÇEK-SMALLPOX-VARİOLA: Çiçek; aniden gelişen, çok ağır seyreden, genellikle öldürücü, virüs kaynaklı bir bulaşıcı hastalıktır. Hastalığın özgün belirtisi deride yol açtığı vezikül ve püstüllerdir. Bilindiği gibi veziküller, içleri serum koyuluğunda bir sıvıyla dolu küçük deri baloncuklarıdır. Püstüller ise sarımtrak renkli eerahat-la dolu küçük deri baloncuklarıdır. Çiçek hastalığına yol açan etken DNA grubundan “Poksvi-rüs” ailesine ait “Variola” adlı virüstür. Variola virüsü insan organizmasına solunum sistemi yoluyla girmektedir. Virüs vücuda-girdikten sonra henüz tam olarak bilinmeyen bir bölgede çoğalmaktadır. Çoğalma yerinin karaciğer ve/veya lenf düğümleri olfcluğu sanılmaktadır. Virüs vücuda girdikten, ancak 7-17 günlük (ortalama olarak da 12 günlük) bir kuluçka devrinden sonra çiçek hastalığı belirtilerinin oluşmasına yol açar. Virüs vücuda girdikten birkaç gün sonra kana karışır, Virüslerin kana karışması olayına”Viremi” denir. Viremi gerçekleştiğinde özellikle derinin “Kori-um” tabakasındaki damarların iç yüzünü örten endotel tabakası şişer ve bu damarların çevresinde bir iltihap gelişir. Daha sonra bu damarlardan sızan serum sıvısı deride veziküllerin gelişmesine yol açar. Daha sonra bunların cerahatlanmasıyla püstüller oluşur. Bu olaylar gelişirken lenf bezleri, karaciğer ve dalak da büyür. Hastalığın seyiri, erkenprodrom ve döküntfierüpsiyon (vezikül ve püstül) devresi olmak üzere birbirini izleyen iki devreye ayrılabilir. Erken-prodrom devrede ateş 40°C’ye dek yükselebilir. Baş, karın ve sırt ağrıları gelişir. Bazı hastalarda bulantı ve kusma da görülür. Bu devre 3-5 gün sürdükten sonra belirtiler ateş kaybolmaya başlar. Hasta sanki iyileşiyormuş gibidir. Ancak iyileşme gibi görünen bu devrede hastalığın deri ve mukoza belirtileri gelişmeye başlar. Yani hastalığın İkinci devresi başlar.Bu devrede ilk gelişen bulgu ağız içindeki ülser yaralan ve özellikle ön kol ve yüz derisindeki “makûl” denilen kızarık deri lekeleridir. Bu deri lekeleri kısa süre sonra kabararak “Papül” adını alırlar. Papüller yüz ve ön koldan gövdeye doğru yayılırlar. Bu sırada papüllerin sayısı ve büyüklüğü artar. Bundan sonra papüller, içi serum koyuluğunda sıvıyla dolu küçük baloncuklara,Kızamıkta ağız içinde gelişen “KopIiJı Jefceleri”veziküllerse daha sonra cerahatladolarakpüstüle dönüşürler.Çiçek hastalığının seyri sırasında ortaya çıkan deri belirtileri hastalığın o anki devresi için belirgindir. Yani eğer bir bölgede püstül gelişmişse vücudun öteki bölgelerinde de püstüllere rastlanır. Bir bölgede püstüle öteki bir bölgede veziküle rastlanmaz. Hastada püstüller geliştiğinde ateşin yeniden yükseldiği görülür. Püstüller daha sonra kabuk bağlarlar. Bu kabuklar da hastalığın başlangıcından 3 hafta sonra dökülürler ve yerlerinde ya küçük nedbe izleri ya da küçük çukurcuklar bırakırlar. Çiçek hastalığı ortaçağda Avrupa’da yaygın salgınlar yaparak, 1/3 arasında ölümlere yol açmıştır. Ancak 18. yüzyılın son yarısında bulunan çiçek aşısı, hastalığın günümüzde artık tümüyle kaybolmasını sağlamıştır. Çiçek aşısı zayıflatılmış canlı virüsleri içermektedir. Çocuklara 1-2 yaşında uygulanır. Aşı 3-5 yıl kadar bağışıklık sağlamaktadır. Günümüzde bazı Ülkeler, çiçek aşısı zorunluluğunu kaldırmıştır. Ülkemizde de çiçek aşısı bugün artık, ancak salgın tehlikesi belirdiği durumlarda uygulanmak üzere zorunlu uygulamadan kaldırılmıştır. Çiçek hastalığı sırasında, pnömoni, ansefalit, iris iltihabı, osteomiyelit gibi komplikasyonlar gelişebilmektedir.Hastalığın özel bir tedavisi yoktur. Antibiyotikler, ancak komplikasyonlar geliştiğinde bunların tedavisi için kullanılmalıdır. Hastalar titiz bir bakıma alınmalıdır. Dinlenmeleri ve vücutlarının suyla elektrolit dengesi sağlanmalıdır. Hastalar, kabuk tümüyle geçinceye kadar başkalarından ayrı tutulmalıdırlar. Hastalarla ilişki kurmuş kimselere 1-2 gün içinde aşı yapılmasının ve immün globulin G (gama globulin) zerk edilmesinin koruyucu önlem olarak yararı vardır..
ERİTEMA İNFEKSİYOZUM
ERİTEMA İNFEKSİYOZUM – 5. HASTALIK:Eritema infeksiyozum, hafif ateş yükselmesiyle deri belirtilerine yol açan, etkeni kesin olarak bilinmeyen, ancak virüs kaynaklı olduğu düşünülen bir bulaşıcı hastalıktır. Hastalık fazla bulaşıcı değildir. Belirtiler 5-10 günlük bir kuluçka devrinden sonra ortaya çıkarlar. İlk gelişen belirti hafif bir ateş yükselmesi ve yanaklarda kızarık lekelerin görülmesidir. Bundan bir iki gün sonra kollarda, bacaklarda ve gövdede kızarık lekeler belirir. Bu lekeler bir hafta sonra kaybolurlar. Hastalık sırasında eklem ağrıları da gelişebilir. Eritema infeksiyozum aslında her yaşta görülebilmekle birlikte, genellikle çocuklarda görülür. Gerek eksantem subitumun ve gerekse eritema infeksiyozumun özel bir tedavi ve korunma yöntemi yoktur.
EKSANTEM SUBİTUM
EKSANTEM SUBİTUM – 6. HASTALIK: Ek-santem subitum (6. hastalık), 6 aylıkla 2 yaş arasındaki çocuklarda görülen virüslere bağlı olarak geliştiği düşünülen deri döküntüleri ve yüksek ateşe yol açan tehlikesiz bir bulaşıcı hastalıktır. Etkenin hangi virüs olduğu kesinlikle bilinmemektedir. Hastalık 5-15 günlük bir kuluçka devrinden sonra belirtilerini gösterir. İlk gelişen belirtiler, ateş yükselmesi, halsizlik, boğazda kızarıklık, lenf bezlerinde büyüme biçimindedir. Ateş 4-5 gün sürdükten sonra aniden düşmeye başlar. İşte bu sırada deride kızarık lekeler belirir. Bu lekelerin bazıları kabarıktır. Lekeler genellikle boyun ve gövdeye dağılmıştır. Lekeler çok kısa süre içinde geliştikleri gibi, birkaç saat ya da en fazla bir iki gün içinde kaybolurlar. Hastalık tümüyle tehlikesiz sürer ve komplikasyona yol açmaz.
Genellikle çocukluk çağında ortaya çıkan suçiçeği, çok yaygın görülmekle birlikte ağır belirtilere yol açmayan virüs kökenli bir bulaşıcı hastalıktır. Tipik döküntüler, deride içi sıvı dolu kabarcıklardan oluşur. Çok bulaşıcı olan bu hastalığa hafif genel belirtiler de eşlik eder.
NEDENLERİ
Suçiçeğinin etkeni, herpes grubundan bir virüstür. Uçuk (herpes simplex) virüsüne çok benzeyen ve herpesvirus varicella ya da varicella zoster adlarıyla tanınan bu virüs suçiçeğinin yanı sıra zona hastalığının da etkenidir. Hastalık temel olarak suçiçeği virüsüyle yüklü tükürük damlacıklarının ağızdan solunum yollarına alınması sonucu bulaşır. Vücuda giren suçiçeği virüsü henüz bilinmeyen dokulara yuvalanarak çoğalır.
Hastalığa özgü döküntülerin gruplar halinde birbiri peşi sıra çıkarak bütün vücuda yayılması, virüsün aralıklı olarak kana geçtiğini gösterir.
Virüs, derideki kılcal damarları etkileyerek üstderi (epidermis) yapısının bozulmasına, içi serum, epitel ve bazen iltihap hücreleriyle dolu tipik kabarcıkların oluşmasına yol açar. Su çiçeği virüsünden kaynaklanan bu lezyonlar deriyle sınırlı kalmaz; yemek borusu, pankreas, böbrek havuzu, idrar borusu (üreter), idrar kesesi ve böbreküstü bezlerinde de görülür.
GÖRÜLME SIKLIĞI
Suçiçeği en çok 2-8 yaşlan arasındaki çocuklarda görülen bir hastalıktır. Ama yaşamın her evresinde cinsiyet ve ırka bağlı olmaksızın ortaya çıkabilir. Hastalık kış ve ilkbahar aylarında daha sık görülür. Üç ayını doldurmamış bebeklerde suçiçeğine ender olarak rastlanır. Bu durumun anneden kazanılan geçici bir bağışıklıkla ilgili olduğu sanılmaktadır. Çok seyrek rastlanmakla birlikte hastalık aynı kişide iki kez ortaya çıkabilir. Bu ayrıksı örnekler bir yana bırakılırsa suçiçeği geçiren hastalar ömür boyu kalıcı bağışıklık kazanmaktadır.
BELİRTİLERİ
Bulaşma ve ilk belirtiler arasında geçen kuluçka süresi 2-3 haftada tamamlanır. Ortaya çıkan döküntüler 24-36 saatte, makûl denen ve deride kabartı yapmayan noktalar halindeki lekelerden, içi sıvı dolu kabarcıklara dönüşür. Kabarcıkların çevresinde halka biçiminde belirgin bir kızarıklık görülür. Bu kızarıklıklar kabarcıkların kurumaya başlamasıyla kaybolur. Kabarcıklar ortalarından kuruyup kabuk bağlamaya başladığında göbekli bir görünüm kazanır.
Döküntüler ilk önce göğüste ve sırtta belirerek hızla yayıbr. Hafif olgularda döküntü baş, yüz ve gövdeyle sınırlıdır. Ağır olgularda daha yaygın olan döküntüler kol ve bacaklara, gözün dış zarına (konjunktiva), yutak, gırtlak ve soluk borusu mukozalarına da sıçrar.
Döküntüler kabukların düşmesiyle 5-20 gün içinde iz bırakmadan kaybolur. Ama karşı durulmaz bir kaşınma isteği uyandıran bu döküntülerin kaşınması durumunda deride çiçekbozuğunu andıran küçük çukurlar kalabilir. Sürekli çıkan yeni döküntüler nedeniyle vücudun bir bölgesinde döküntülerin bütün gelişim evreleri aynı anda görülebilir. Bu da suçiçeğinin ayırt edici özelliklerinden birini oluşturur. Ateş genellikle 38,5°C-39°C arasında kalır. Ama ağır durumlarda 40,5°C’ye ulaşabilir.
TEDAVİ
Öbür virüs kökenli hastalıklarda olduğu gibi suçiçeğini de iyileştirecek bir ilaç yoktur. Tedavi girişimi temel olarak hastanın yakınmalarını olabildiğince azaltmaya yöneliktir. Hastalığı ağır geçiren bebek ve çocuklarda, özellikle bir ayını doldurmamış bebeklerde,kortikoit tedavisi gören hastalarda kan kanseri gibi kötü huylu hastalı larda, iyileşme dönemindeki zona ha talannın serumundan elde edilen ga maglobülinler kullanılabilir. Bu uy§ lama, bulaşmayı izleyen üç gün içine yapılırsa hastalığı önler. Belirtilere ye nelik tedavi Özellikle kaşıntıyı azmayı amaçlar.
Sabunlu suyla sık banyo yapılıra gelişebilecek deri enfeksiyonlarım öı leyeceğinden yararlıdır. Ayrıca hast nın iç çamaşırlarının ve yatağının he gün değiştirilmesi önerilir. Yüzde oranında sodyum bikarbonat içeren çc zeltiler, mentol içeren tali pudrası ya da antihistaminikli losyonlar kaşıntı) hafifletir. Döküntülerin Örselenmes derin lezyonlara ve deride yara izi kalmasına yol açacağından, suçiçekli cukların kaşınması kesinlikle engellenmelidir. Olası kaşınmanın yol açacağı i zararları en aza indirmek için hastanın tırnakları özenle kesilerek törpülenmeli, bebeklere ise eldiven giydirilmelidir
ÇOÇUK FELCİ
POIİOMİYELİT-ÇOCUK FELCİ: Poliomiyelit, oldukça yaygın, virüs kaynaklı bir bulaşıcı hastalıktır. Hastalık geniş bir belirti ve etki alanına sahiptir. Ancak belirtiler arasında en ciddi olanlar, merkezi sinir sistemindeki hastalığa ait bozukluklardan kaynaklananlardır. Poliomiyelit yalnız insanlarda görülmektedir. Hastalığın etkeni RNA grubundan “Pikoma virüs” ailesine ait “Poliovirüs” adlı virüslerdir. Üç tip poliovirüs vardır. Bunlar “Poliovirüs Tip I” (Brunhilde), “Poliovirüs Tip II” (Lansing) ve “Poliovirüs Tip III” (Leon) olarak adlandırılırlar. Poliovirüsler-den bir tipine karşı kazanılan bağışıklık, öteki tiplere karşı da bağışıklık sağlamaz.
Çocuk Felci Neden Olur
Tentürdiyot, zefiran, alkol, ultraviyole ışınları gibi dezenfektan maddeler poliovirüsü öldürmezler. Virüs pis sularda, lağım suyunda ve berrak suda 4 ay canlı kalabilir.Virüsü taşıyan herkesin hastalanması kesin değildir. İşte bu gibi kişiler, yani virüsü taşıdığı halde hastalanmayan kişiler, virüsün başkalarına bulaşmasında çok önemli rol oynarlar. Virüsü taşıyan insanların dışkısında virüse rastlama olasılığı yüksektir.
Zaten hastalık da sindirim kanalı çıkartıları yoluyla başkalarına bulaşmaktadır. Yani hastalığın bulaşması, “Fiko-Oral bulaşma” denilen dışkı-ağız bulaşma zinciri biçimindedir. Virüsü içeren dışkının ellere ya da besinlere bulaşması, daha sonra da bu kirli besinlerin ya da kirli ellerle tutulan besinlerin yenmesiyle virüs insanlara bulaşır. Virüs sindirim kanalına girdikten sonra önce geniz ve/veya incebağırsak epitel hücreleri içinde çoğalır ve buradan da kana karışır. Kana karışan virüslere karşı vücudun bağışıklık sistemi tarafından antikorlar hazırlanır. Virüs daha sonra sinir sistemine geçer. Genel kanıya göre virüs, beynin “Medulla oblongata” adlı bölümünden merkezi sinir sistemine bulaşmaktadır.
Bazı araştırmacılar virüslerin sinir liflerinden de sinir sistemine bulaştıklarım ileri sürmektedirler. Virüs bir kez sinir sistemine girerse ondan sonra sinir lifleri içinde yol alarak vücuda yayılır. Virüsler sinir sisteminde adeta güvenlik içindedirler, çünkü burada vücudun ürettiği antikorlardan korunurlar.
İnsanların|poliomiyelite karşı duyarlıkları bulaşmanın gerçekleştiği anda kişinin antikorlarıyla verebileceği yanıta bağlıdır. Eğer virüse karşı yeterli antikor üretilmişse bulaşmaya karşın hastalık gelişmez. 15 yaşına gelen kimselerin hemen hemen tümü virüsle karşılaşmış gibidir. Bu karşılaşmaların pek azında hastalık gelişmektedir. Çünkü insan organizması virüsü aldığında ona karşı antikor üreterek, hastalık gelişmesini önlemeye çalışmaktadır.Virüs vücuda girdikten sonra 3-35 günlük bir kuluçka devri geçirir. Kuluçka devri % 80 vakada 6-20 gün sürmektedir.Poliomiyelit infeksiyonu başlıca 4 ayrı klinik biçiminden birini gösterir. Bunlar en hafifinden en ağırına doğru şöyle sıralanırlar:
1} Belirtisiz infeksiyon 2) Hafif hastalık 3) Felçsiz poliomiyelit ve 4) Felçli poliomiyelit.
Bu 4 durumu ayrı ayrı ele alacağız.
1) Belirtisiz infeksiyon: Poliomiyelit infeksiyonların yaklaşık % 95′i bu biçimdedir. Viriis bulaşmasına karşın, kişide hastalık belirtileri gelişmez. Başka bir anlatımla kişi hastalanmaz. Bulaşmanın olduğu kimselerde virüs sindirim kanalında, farinkste, dışkıda bulunabilir. Kişi hangi tip virüsle karşılaşmışsa o virüse karşı özel antikorlar, “Tip spesifik antikorlar geliştirir. Burada şunu yine belirtelim: 15 yaşına gelen insanların hemen hepsi poliovirüsle karşılaşmış durumdadır.2) Hafif hastalık: Infeksiyonun bu tipinde sinir sisteminin hastalandığına ilişkin herhangi bir klinik ve laboratuvar belirti gelişmeden genel hastalık belirtileri ortaya çıkar. înfeksiyonun bu tipine “Abortif tip” de denir. Bu tipte üç çeşit klinik tablo gelişir. Bu klinik tablolardan biri basit bir gribe benzer.
Öteki de basit bir üst solunum yolları infeksiyonunu andırır. Bu tabloda ateş, boğaz ağrısı, boğazda kızarıklık gibi belirtiler bulunur. Üçüncü tabloda sindirim sistemi bozuklukları vardır. Bunlar bulantı, kusma, ishal kabızlık, karın ağrısı ve hafif bir ateş yükselmesi biçimindedir.Virüslere boğazda, sindirim kanalı ve dışkıda rastlanabilir. Hastanın bağışıklık sistemi, bulaşan virüs tipine karşı antikorlar üretir.
3) Felçsiz poliomiyelit: Hastalığın bu tipinde abortif tipteki belirtilerden oluşan bir ön belirtiler, daha sonra da beyin zarının tahrişine ilişkin (meningeal iritasyon) klinik belirtilerle beyin omurilik sıvısı değişiklikleri gelişir.Meningeal iritasyon belirtileri şunlardır: Hasta sırtüstü yatarken, bir elimizi başının altına koyarak hastanın kafasını yataktan kaldırmak istediğimizde bir dirençle karşılaşırız. Buna “ense sertliği” denir. Hastalar yatakta oturur duruma geçtiklerinde kollarını biraz geriye açıp onlara dayanarak otururlar. Bu belirtiye “tripod” denir. Hastalar oturur duruma geçtiklerinde başları da arkaya düşer. Buna da “hoyne” belirtisi denir. Sırtüstü yatan hastanın bacağını karnına doğru topladıktan sonra, aynı bacak dizden kırılarak açılmak istendiğinde bu harekete karşı direnç belirir. Buna da “kernig” belirtisi denir. Sırtüstü yatan hastanın başını elimizle kaldırdığımızda hastanın her iki bacağının da kendiliğinden (istemsiz olarak) karnına doğru toplandığı görülür.
Bu belirtiye “brudzinski” belirtisi denir. Hastadan alınan beyin omurilik sıvısı örneği incelendiğinde, bu sıvıdaki hücre ve protein miktarının arttığı buna karşılık glikoz miktarının normal kaldığı görülür. Felçsiz poliomiyelit klinik seyri sorun yaratmaz. Hastanın genel durumu 5-7 günde düzelir. Ancak meningeal iritasyon belirtileri yaklaşık 15 gün sürer.Hastalık kas ve sinir işlevlerinde kalıcı bir bozukluğa yol açmaz.
4) Felçli poliomiyelit: Hastalığın bu tipi abortif tip belirtileri, meningeal iritasyon belirtileri ve beyin omurilik sıvısı belirtileriyle başladıktan sonra felçler ortaya çıkar. Ancak çoğu hastada bu dönem doğrudan doğruya felçlerle başlamaktadır. Bazı hastalarda hastalık iki dönemde gelişir. Önce abortif tip belirtilerinden bir grup gelişir ve ateş yükselir. Bu belirtiler bir süre sonra kaybolur. Bundan 5 gün sonra meningeal iritasyon belirtileriyle felçler gelişir. Çocuklarda abortif tip belirtilere üst solunum yollarında rastlanır, erişkinlerde bunlara kas ve eklem ağrıları da eklenebilir.
Beyin yarıküreleri, beyin sapı ve omurilikte bulunan motor sinirlerin (kasları kasılmaya yönelten sinirler) poliomiyelit nedeniyle zedelenmeleri sonucu, kaslarda güç azalması (parezi) ve/veya felç (paralizi) gelişmesi, hastalığın yol açtığı en ciddi bozukluklardandır. Hastalığın bu etkisi nedeniyle pek çok insan daha çocukluk çağından felçli duruma düşmektedir. Hastada gelişen felçler merkezi sinir sisteminin etkilendiği bölgeye göre belirlenmektedir. Omurilikteki bozukluklardan kaynaklanan felçlerde önce etkilenen bölgeyle ilgili kaslarda kramp biçiminde ağrılar ve duygu kusurları gelişir. Felç aniden gelişebileceği gibi, önce kas güçsüzlüğü yaratarak da gelişebilir. 5 yaşından küçük çocuklarda bir bacakta güç azalmasına sık rastlanmaktadır. 5-15 yaş arasındaki hastalarda “Parapleji” denilen iki kolda ya da her iki bacakta felç gelişmesi ya da bir kolda güç azalması durumuna daha sık rastlanmaktadır. 15 yaşından büyük hastalarda “kuadropleji” denilen her iki kol ve bacakta felç gelişmesi durumu görülür. Solunum kaslarının ve/veya mesanenin felce uğraması da 15 yaşının üstündeki hastalarda sık rastlanılan bir bozukluktur. Beyin sapı bölümü etkilendiğinde kafa sinirlerinin dağılım alanlarında felç belirir. Beyin sapındaki solunum ve/veya dolaşım merkezleri etkilendiğinde hasta, solunum ve kalp-damar sistemi (dolaşım sistemi) bozuklukları nedeniyle ölebilir, Hastanın beyin yarıküreleri etkilendiğinde yukarıdaki bozukluklara ek olarak ya da onlar gelişmeden bilinç bozuklukları, uyku hali ya da kolay uyarılma gibi belirtiler de gelişebilir.
Poliovirüsün üç tipinden hangisi vücuda girmişse, yüksek tansiyon, miyokardit, akciğer ödemi ve şok gelişebilir.Hastalığın özel bir tedavisi yoktur. Tedavi, daha çok gelişen belirtilere yöneliktir. Poliovirüsün üç tipinden hangisi vücuda girmişse, o tipe karşı bağışıklık gelişir. Bir tipe karşı gelişen bağışıklık ötekilerine karşı da bağışıklık sağlamaz. İnsanlarda aktif olarak bağışıklık oluşturmak için polio aşıları kullanılır. İki tip polio aşısı vardır. Bunlardan biri “Saik” öteki de “Sabin” aşısıdır. Saik aşısı inaktif poliovirüsler içerir. Aşının içinde her Üç tip poliovirüs bulunur. Saik aşısı dörder hafta arayla üç kez 1 cm deri altına zerk edilerek yapılır. Son aşıdan 1 yıl sonra, bundan da 2-3 yıllık aralarla aşı yinelenir. Çocuk 2 aylık olduğunda bu aşı programına başlanmalıdır. Günümüzde sabin aşısı daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Çünkü bu aşı daha hızlı, daha yüksek oranda ve daha uzun süreli bir bağışıklık sağlamaktadır. Sabin aşısı, zayıflatılmış polio-virüsleri içermektedir. Aşı ağızdan örneğin bir kesme şeker üzerine damlatılarak kolayca verilir. Aşı üç tip için ayrı ayrı hazırlanır. Önce tip I sonra tip II sonra da tip III6 haftalık aralarla üç ayrı doz olarak da verilebilir. Son aşıdan 1 ve 4 yıl sonra dördüncü ve beşinci dozlar da verilmelidir. Çocuklar 2 aylık olduklarında aşılama programına alınmalıdırlar
DİFTERİ
DİFTERİ: Difteri, “Korinobakterium difteri” adlı bakterilerin yol açtığı bir bulaşıcı hastalıktır. Hastalık, özellikle solunum yollarının başlangıç bölümlerinde neden olduğu iltihaplar ve bakterinin ürettiği zehirin kalp ve sinir sisteminde oluşturduğu bazı bozukluklarla Özellik kazanır. Korinobakterium difteri, protein yapısında “Egzo-toksin” denilen bir zehir maddesi hazırlar. Bu zehir, hastalığın belirtilerinin pek çoğuna neden olur. Hastalık etkeni solunum sisteminden vücuda girer. Difteri mikrobunu taşıdığı halde hastalan-mayanlar ya da hasta olanlar mikrobun başkalarına bulaşmasına neden olurlar. Deri, göz, cinsel organlar ve kulak yoluyla da bakteriler bulaşabilir. Buna göre de değişik klinik tablolar ortaya çıkar. En sık görüleni “Difteri anjini” dir. Mikrop genellikle girdiği bölgede ürer ve zehir maddesini hazırlar. Zehir maddesi daha sonra kan dolaşımına katılarak tüm vücuda yayılır. Zehir maddesi kalp, böbrekler ve çevresel sinir liflerinde bozukluklara yol açar. Mikrop vücuda girdiği bölgelerde “Membran” denilen bazı kabukların oluşmasına neden olur. Bu kabuklar fibrin, bakteriler, epi-tel hücreleri ve fogosit hücrelerden oluşur. Kabuklar beyaz-mavi renkte ve kalındır. Bir süre sonra yerlerinden koparak düşerler. Bu kabuklar solunum yollarında oluşur, döküldüklerinde solunum yollarında tıkanmaya ve bu nedenle boğularak ölümlere de yol açabilirler.
Hastalığın kuluçka süresi 1-7 gün arasındadır. Difteri belirtilerini iltihabın yerleştiği bölgelere göre ayrı ayrı inceleyeceğiz. Buruna yerleşen difteri, genellikle burnun Ön bölgelerindedir. Hastalık sırasında burun denklerinin birinden serum ve kan karışımı gibi bir akıntı gelir. Gırtlağa yerleşen difteride hasta boğaz ağrısından, yutma güçlüğünden, bulantı, kusma, baş ağrısı, ateş yükselmesinden yakınır. Hastaların boğazına bakıldığında “Membran” denilen kabuklar görülebilir. Bu kabuklar kaldırılırsa alttaki doku kanar. Difteri deride de özel olmayan yaralara neden olabilir. Bu yaralardan mikroplar çevreye saçıhr.
Difteri hastalarının yaklaşık 2/3′ünde difteriye bağlı olarak kalpte iltihap (miokardit) gelişir. Ancak yaklaşık % 10′unda kalpteki bozukluk klinik olarak belirti gösterir. Kalbin kasılma ritminde bozukluklar gelişebilir. Bu bozukluklar ölüme yol açabilecek kadar tehlikeli olabilirler. Çevresel sinir liflerinde de iltihabı değişiklikler gelişerek bu sinirlerin işlevlerinde bozukluklar ortaya çıkar. Bu bozukluklar vücudun bazı bölgelerinde duygu kusurları ve/veya kas kasılmalarında bozukluklar biçiminde olur. Difteri hastalarının başkalarından ayrı bir yerde tutulması ve kesin yatak istirahatı gerekir. Hastalığın tedavisinde etkili olan tek yol hastaya “antitoksin serum” zerk edilmesidir. Antitoksin hastalığın yaygınlığına göre 5000-100000 ünite arasında değişen dozlarda verilebilir, Antiserum verilmeden önce hastanın at serumuna karşı duyarlığı araştırılmalıdır- Antitoksinin olabildiğince erken verilmesi gerekir. Çocuklar 2-3 aylık olduklarında difteri aşısı olmalıdırlar. Difteri aşısı “Anatoksin”dir. Yani zehir özelliği ortadan kaldırılmış ama antijen özelliği korunan difteri zehiri maddesidir. Aşılama tetanos ve boğmaca aşılarıyla birlikte karma aşı olarak yapılmaktadır. Aşılama tablosu ayrı bir başlık altında verilmektedir.
KIZIL - SCARLET FEVER
KIZIL- SCARLET FEVER: Kızıl aniden başlayan yüksek ateş, boğaz iltihabı, baş ağrısı,kusma ve deri belirtileriyle seyreden bulaşıcı hastalıktır. Hastalığın etkeni “Beta hemolitik streptokok” denilen bakterilerdir. Bu bakteriler “Eritrojen toksin” denilen bir zehir maddesi üretirler. Bu zehir maddesi deride ve boğazda kızarıklığa ve döküntülerin gelişmesine neden olur. Hastanın bademcikleri boğazı ve derisi kızarmıştır. Derideki kızarıklığın nedeni, zehirin derinin korium tabakasındaki kılcal damarları genişletmesidir. Lenf bezlerinde büyüme saptanabilir. Deride keratinleşme artar ve bunlar da pulcuklar biçiminde dökülürler. Hastalığın kuluçka dönemi yaklaşık 2-7 gündür. Daha sonra baş ve boğaz ağrısı, ateş, kusma, nabız hızlanması, titreme, yorgunluk gibi belirtiler gelişir. Hastanın bademcikleri şişer ve kızarır. Boyun bölgesindeki bazı lenf bezleri büyür. Hastalığın ilk iki gününde dil beyaz, pash bir görünümdedir. Yalnız dilin uç ve kenarları kızarıktır. Daha sonra dilin papillaları şişerek, bu beyaz paslı dile benekli bir görünüm kazandırırlar. Bu görünüme “Beyaz çilek dil” denir. Dil pası 4-5 günde soyulayarak, alttan kızarık bir dil çıkar. Buna da “Kırmızı çilek dil” denir. Deride yaygın, parlak, kırmızı renkte küçük kabarcıklar belirir. Bunlar önce ense ve koltuk altında görülür. 3-7 günde bu kabarcıklar solarlar ve yerlerindeki deri dokusu pullanma biçiminde dökülür, Kızılh hastanın yanakları kızarmışken, ağız çevresi soluk renktedir. Hastanın derisi ellendiğinde pürtüklü olduğu anlaşılır. Hastalarda komplikasyon olarak kalp, eklem, böbrek iltihapları gelişebilir. Kızılda bakteriye ve bunun hazırladığı zehir maddesine karşı bağışıklık gelişir , Zehir maddesine karşı gelişen bağışıklık kalıcıdır. Ama bakterinintiplerideğiştiğinden yalnız kafşılaşılan bakteriye karşı kahcı bağışıklık gelişir. Hastaların yatakta dinlenmesi gerekir. Ateşin yüksek ve baş ağrısının fazla olduğu durumlarda ateş düşürücü ve ağrı dindirici ilaçlar verilmelidir. Hastanın su ve elektrolit kaybı uygun bir biçimde karşılanmalıdır. Tedavide kullanılacak en uygun antibiyotik “Peni-silin”dir. Proksin penisilin günde (400000-600000 ünite) 10 gün süreyle verilmelidir. Eğer penisilin allerjisi varsa hastaya Eritromisin” verilebilir..
KIZAMIKÇIK – RUBELLA – ALMAN KIZAMIĞI
KIZAMIKÇIK – RUBELLA – ALMAN KIZAMIĞI: Kızamıkçık, ateş ve deri belirtileriyle seyreden virüs kaynaklı bir bulaşıcı hastalıktır. Ancak “HAMİLE KADINLARDA GELİŞEN KIZAMIKÇIK, AĞIR GELİŞME ANORMALLİKLERİNE YOL AÇARAK SAKAT ÇOCUK DOĞUMLARINA NEDEN OLABİLİR”. Hastalığın etkeni RNA grubundan “Togavirüs” ailesine ait “Rubivirüs” adlı virüstür.Virüs üst solunum yollarından bulaşmaktadır. Bulaşmadan sonra klinik belirtilerin ortaya çıkmasına değin geçen kuluçka süresi 14-21 gündür. Virüs boğazda, kanda ve dışkıda bulunabilir. Hastanın lenf bezlerinde büyüme görülür. Hastalık Önce ateş, baş ağrısı, halsizlik, konjunktivit gibi ön belirtilerle kendisini ortaya koyar. Sözünü ettiğimiz bu ön belirtilerle kendisini ortaya koyar. Sözünü ettiğimiz bu ön belirtilere erişkin hastalarda daha sık rastlanmaktadır. Çocuklardaki belirtiler deri belirtileriyle birlikte başlamaktadır. Bazı hastalarda kızamıkçık hiçbir deri belirtisi göstermeden başlar, bazılarındaysa kızamıkçığın hiçbir deri belirtisi vermeden kendisini yalnız lenf bezle-rindeki büyümeyle ortaya koyduğu görülmüştür. Deri belirtileri kızarık ya da pembe renkli deri lekeleri biçimindedir. Bu lekeler önce yüzde belirir. Daha sonra boyun ve gövdeye yayılırlar. Bu lekelerin bazıları deriden hafifçe kabarabilirler, 1-5 gün içinde kaybolurlar.Hamileliğin ilk “4 ayında” kızamıkçığa yakalanan kadınların, henüz rahim içinde bulunan çocuklarına hastalık bulaşır. Virüsler plasentadan geçerek çocuğa ulaşır. Bu gibi durumlarda virüs, çocukta çok ciddi bozukluklara yol açar. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Kalp anormallikleri: Ventriküller arası duvarda delik, patent duktus arteriozus, pulmoner darlık. Göz anormallikleri:Katarakt,kornea bozuklukları, korioretinit göz küçüklüğü (mikroftalmi). Diğerleri: Sağırlık, zeka geriliği, mikrosefali (kafanın küçük oluşu}, pankreatit. Kızamıkçık hastalığının hamile kadının çocuğu için yarattığı ağır tehlikeler düşünüldüğünde, bu gibi vakalarda düşük yapmaya karar verilebilir. Hastalığın daha hafif seyretmesi için hastalara “Gama globülin” zerk edilebilir. Zayıflatılmış canlı kızamıkçık virüsü aşıları, aktif bağışıklık kazandırmak için kullanılabilir. Ancak bu aşıların hamile kadınlara yapılmaması gerekir. Çünkü aşıdaki virüs plasentadan geçip anne rahmindeki çocuğa ulaşabilir.
KIZAMIK-MEASLES-RUBELA-MORBİLLİ
KIZAMIK-MEASLES-RUBELA-MORBİLLİ:Kızamık, RNA grubundan “Paramiksovirüs” ailesine ait bir virüsün yol açtığı, aniden gelişen ateş ve deri belirtileriyle seyreden bulaşıcı bir hastalıktır. Kızamık yalnız İnsanlarda görülür. Çok bulaşıcı olan bu hastalık, genellikle çocukluk çağlarında ortaya çıkmaktadır. Günümüzde kızamığa karşı insanların aktif olarak bağışıklık kazanmaları olasıdır. Bu aktif bağışıklık kazanmanın olmadığı yıllarda 2-3 yılda bir kızamık salgınları görülmekteydi. Kızamık genellikle okul çocuklarında ortaya çıkmakla birlikte herhangi bir yaşta da görülebilir. Kızamık hastalığına yakalanmış bir kimse, virüsün vücuda girmesinden 5 gün sonra ve hastalık belirtilerinin görüldüğü İlk 5 gün boyunca hastalığı başkalarına bulaştırabilir. Hastalığın etkeni olan virüs solunum yoluyla vücuda girmektedir. Virüs önce burada çoğalır, daha sonra da kan yoluyla bütün vücuda dağılır. Virüsün vücuda girmesiyle kızamık hastalığının ilk belirtilerinin görülmesine dek kuluçka devresi yaklaşık 12 gündür. Kuluçka devrinden sonra hastalığın belirtileri ortaya çıkmaya başlar. İlk gelişen belirtiler ateş yükselmesi, halsizlik, göz kapaklarında şişme, ışıktan rahatsız olma, göz yaşarması, burun akıntısı ve öksürüktür. Bu ilk belirtiler 1-8 gün sürebilir. Bundan sonra deri ve mukoza belirtileri gelişir. Bu dönemde ilk belirti genellikle ağız içi mukozasında ortaya çıkan ve “Koplik lekeleri” denilen oluşumlardır. Koplik lekeleri, ortası beyaz renkte, çevresi kızarık, en ortasında çok küçük mavimsi bir noktacığın bulunduğu mukoza döküntüleridir. Daha sonra yüzde kızarık deri lekeleri belirir. Bunlardan bazıları kabarıktır. Yüzdeki bu kızarık lekeler daha sonra boyuna, oradan da gövdeye yayılırlar. Bu lekelerin belirmeye başlamasından üç gün sonra lekeler bacaklara ulaşır. Deri belirtileri başladıkları sıraya uyarak üç gün içinde kaybolurlar. Yani ilk kaybolan deri belirtisi yüzde, en son kaybolanlar da bacaklarda bulunanlardır. Bu lekelerin oluşmalarıyla kaybolmaları toplam olarak 6 günlük bir süreyi gerektirir. Hastalık bazı komplikasyonlar a yol açabilir. Bunlar pnömoni, kornea ülserleşmeleri, keratit, körlük, miyokardit, ansefalomiyelit [beyin omurilik iltihapları) biçimindedir. Hamile kadınlarda kızamık geliştiğinde % 20 vakada rahim içindeki çocuk Ölmektedir.Hastalığın özel bir tedavisi yoktur. Hastalığın bulaştığı düşünülen kimselere kilo başına 0,25 nü. “gama globulin” (immün globulin G) ilk beş gün içinde zerk edilirse, kişi kızamığa karşı pasif olarak dirençli kıluıabilir. Pasif bağışıklık kazandırma Özellikle 3 yaşın altındaki çocuklar, hamile kadınlar, bağışıklık sisteminden rahatsızlığı bulunan ve tüberküloz hastaları için çok Önemlidir. Canlı, zayıflatılmış kızamık virüsü aşılarıyla aktif bağışıklık kazandırılabilir. Ancak bu aşılar hamile kadınlara, tüberkülozlulara, lösemi ya da lenfoma hastalarına uygulanmamalıdır. Kızamık aşısı normal koşullarda 1 yaşın altındaki çocuklara uygulanmamalıdır .
ÇİÇEK-SMALLPOX-VARİOLA
ÇİÇEK-SMALLPOX-VARİOLA: Çiçek; aniden gelişen, çok ağır seyreden, genellikle öldürücü, virüs kaynaklı bir bulaşıcı hastalıktır. Hastalığın özgün belirtisi deride yol açtığı vezikül ve püstüllerdir. Bilindiği gibi veziküller, içleri serum koyuluğunda bir sıvıyla dolu küçük deri baloncuklarıdır. Püstüller ise sarımtrak renkli eerahat-la dolu küçük deri baloncuklarıdır. Çiçek hastalığına yol açan etken DNA grubundan “Poksvi-rüs” ailesine ait “Variola” adlı virüstür. Variola virüsü insan organizmasına solunum sistemi yoluyla girmektedir. Virüs vücuda-girdikten sonra henüz tam olarak bilinmeyen bir bölgede çoğalmaktadır. Çoğalma yerinin karaciğer ve/veya lenf düğümleri olfcluğu sanılmaktadır. Virüs vücuda girdikten, ancak 7-17 günlük (ortalama olarak da 12 günlük) bir kuluçka devrinden sonra çiçek hastalığı belirtilerinin oluşmasına yol açar. Virüs vücuda girdikten birkaç gün sonra kana karışır, Virüslerin kana karışması olayına”Viremi” denir. Viremi gerçekleştiğinde özellikle derinin “Kori-um” tabakasındaki damarların iç yüzünü örten endotel tabakası şişer ve bu damarların çevresinde bir iltihap gelişir. Daha sonra bu damarlardan sızan serum sıvısı deride veziküllerin gelişmesine yol açar. Daha sonra bunların cerahatlanmasıyla püstüller oluşur. Bu olaylar gelişirken lenf bezleri, karaciğer ve dalak da büyür. Hastalığın seyiri, erkenprodrom ve döküntfierüpsiyon (vezikül ve püstül) devresi olmak üzere birbirini izleyen iki devreye ayrılabilir. Erken-prodrom devrede ateş 40°C’ye dek yükselebilir. Baş, karın ve sırt ağrıları gelişir. Bazı hastalarda bulantı ve kusma da görülür. Bu devre 3-5 gün sürdükten sonra belirtiler ateş kaybolmaya başlar. Hasta sanki iyileşiyormuş gibidir. Ancak iyileşme gibi görünen bu devrede hastalığın deri ve mukoza belirtileri gelişmeye başlar. Yani hastalığın İkinci devresi başlar.Bu devrede ilk gelişen bulgu ağız içindeki ülser yaralan ve özellikle ön kol ve yüz derisindeki “makûl” denilen kızarık deri lekeleridir. Bu deri lekeleri kısa süre sonra kabararak “Papül” adını alırlar. Papüller yüz ve ön koldan gövdeye doğru yayılırlar. Bu sırada papüllerin sayısı ve büyüklüğü artar. Bundan sonra papüller, içi serum koyuluğunda sıvıyla dolu küçük baloncuklara,Kızamıkta ağız içinde gelişen “KopIiJı Jefceleri”veziküllerse daha sonra cerahatladolarakpüstüle dönüşürler.Çiçek hastalığının seyri sırasında ortaya çıkan deri belirtileri hastalığın o anki devresi için belirgindir. Yani eğer bir bölgede püstül gelişmişse vücudun öteki bölgelerinde de püstüllere rastlanır. Bir bölgede püstüle öteki bir bölgede veziküle rastlanmaz. Hastada püstüller geliştiğinde ateşin yeniden yükseldiği görülür. Püstüller daha sonra kabuk bağlarlar. Bu kabuklar da hastalığın başlangıcından 3 hafta sonra dökülürler ve yerlerinde ya küçük nedbe izleri ya da küçük çukurcuklar bırakırlar. Çiçek hastalığı ortaçağda Avrupa’da yaygın salgınlar yaparak, 1/3 arasında ölümlere yol açmıştır. Ancak 18. yüzyılın son yarısında bulunan çiçek aşısı, hastalığın günümüzde artık tümüyle kaybolmasını sağlamıştır. Çiçek aşısı zayıflatılmış canlı virüsleri içermektedir. Çocuklara 1-2 yaşında uygulanır. Aşı 3-5 yıl kadar bağışıklık sağlamaktadır. Günümüzde bazı Ülkeler, çiçek aşısı zorunluluğunu kaldırmıştır. Ülkemizde de çiçek aşısı bugün artık, ancak salgın tehlikesi belirdiği durumlarda uygulanmak üzere zorunlu uygulamadan kaldırılmıştır. Çiçek hastalığı sırasında, pnömoni, ansefalit, iris iltihabı, osteomiyelit gibi komplikasyonlar gelişebilmektedir.Hastalığın özel bir tedavisi yoktur. Antibiyotikler, ancak komplikasyonlar geliştiğinde bunların tedavisi için kullanılmalıdır. Hastalar titiz bir bakıma alınmalıdır. Dinlenmeleri ve vücutlarının suyla elektrolit dengesi sağlanmalıdır. Hastalar, kabuk tümüyle geçinceye kadar başkalarından ayrı tutulmalıdırlar. Hastalarla ilişki kurmuş kimselere 1-2 gün içinde aşı yapılmasının ve immün globulin G (gama globulin) zerk edilmesinin koruyucu önlem olarak yararı vardır..
ERİTEMA İNFEKSİYOZUM
ERİTEMA İNFEKSİYOZUM – 5. HASTALIK:Eritema infeksiyozum, hafif ateş yükselmesiyle deri belirtilerine yol açan, etkeni kesin olarak bilinmeyen, ancak virüs kaynaklı olduğu düşünülen bir bulaşıcı hastalıktır. Hastalık fazla bulaşıcı değildir. Belirtiler 5-10 günlük bir kuluçka devrinden sonra ortaya çıkarlar. İlk gelişen belirti hafif bir ateş yükselmesi ve yanaklarda kızarık lekelerin görülmesidir. Bundan bir iki gün sonra kollarda, bacaklarda ve gövdede kızarık lekeler belirir. Bu lekeler bir hafta sonra kaybolurlar. Hastalık sırasında eklem ağrıları da gelişebilir. Eritema infeksiyozum aslında her yaşta görülebilmekle birlikte, genellikle çocuklarda görülür. Gerek eksantem subitumun ve gerekse eritema infeksiyozumun özel bir tedavi ve korunma yöntemi yoktur.
EKSANTEM SUBİTUM
EKSANTEM SUBİTUM – 6. HASTALIK: Ek-santem subitum (6. hastalık), 6 aylıkla 2 yaş arasındaki çocuklarda görülen virüslere bağlı olarak geliştiği düşünülen deri döküntüleri ve yüksek ateşe yol açan tehlikesiz bir bulaşıcı hastalıktır. Etkenin hangi virüs olduğu kesinlikle bilinmemektedir. Hastalık 5-15 günlük bir kuluçka devrinden sonra belirtilerini gösterir. İlk gelişen belirtiler, ateş yükselmesi, halsizlik, boğazda kızarıklık, lenf bezlerinde büyüme biçimindedir. Ateş 4-5 gün sürdükten sonra aniden düşmeye başlar. İşte bu sırada deride kızarık lekeler belirir. Bu lekelerin bazıları kabarıktır. Lekeler genellikle boyun ve gövdeye dağılmıştır. Lekeler çok kısa süre içinde geliştikleri gibi, birkaç saat ya da en fazla bir iki gün içinde kaybolurlar. Hastalık tümüyle tehlikesiz sürer ve komplikasyona yol açmaz.